hatirlaugurgercek - KISA HİKAYE: SUÇLU KİM?
  Ana Sayfa
  Görüntüler&Resimler
  İletişim
  İstatistikler
  KISA HİKAYE: SUÇLU KİM?
  KISA HİKAYE: CİNLER
  KISA HİKAYE: UÇUŞ
  KISA HİKAYE: GÜNEŞ
  İşte facebook'daki roman sayfası!..

SUÇLU KİM?

O sabah uyandığında midesi sanki tamamen boşalmış bir batarya gibiydi ve elleriyle ayakları tiril tiril titriyordu. Muhtemelen kan şekeri düştüğü için, büyük bir açlık hissiyle kıvranıyordu.

Banyoya gidip ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra hızla mutfağa yöneldi; çünkü bir önceki akşam yemeğinin hazırlanmasından hemen önce içinden iki üç tane atıştırdığı ve kalanını masanın üzerine bıraktığı, yarıdan fazlası dolu olan bisküvi paketi aklına gelmişti. O anda mutfaktaki masanın üzerinde duruyor olması gerekirdi.

Gerçekten de mutfağa girdiğinde paketin orada olduğunu görerek çok sevindi; ama yanı başına geldiğinde önemli bir eksiklik olduğunu fark etti.

Paketin içerisinde hiç bisküvi kalmamıştı!

Adeta burnundan soluyarak bağırmaya başladı.

  • Ulan adi herifler, benim bisküvilerimden ne istediniz!?

O arada eşi Şermin mutfağın her iki tarafa da açılabilen kanatlı kapısını iterek içeri girdi ve uykusunu dağıtmak için gerindiği sırada sordu. 

  • Yine sabah sabah neler oluyor; ne bu sinirin? 

  • Ne olacak, midem zil çalıyor ama bisküvilerim ortada yok! Sen mi yedin?

  • Hayır, ben yatarken masanın üzerinde duruyordu.

  • İşte ben de öyle olduğunu tahmin ettiğim için kızıyorum ya zaten! İnan bana, sen yemiş olsaydın hiçbir şey demezdim. Ama bu pislikler yedikleri zaman işler değişiyor. 

Şermin uykulu olduğu için, ilk anda büyük bir hata yaparak yanlış cevap verdiğini fark etmişti. Bu sözlerin ardından konunun nereye gideceğini anladığından, son bir gayretle durumu toparlamaya çalıştı. 

  • Aaaa, çok özür dilerim! Ben bir anda unutmuşum. Ama uyku sersemi bir hâldeyken yakaladın beni! Aslında dün gece içim kıyıldığı için kalkıp mutfağa geçmiştim. Masanın üzerinde bisküvileri görünce dayanamayıp yedim onları... 

  • Hadi oradan üçkâğıtçı seni! Onları korumak için şimdi uydurdun bunu... 

  • Evet, ne yapayım!.. Onlara kızıp söylenmek için her zaman bir bahane buluyorsun; ben de onları korumaya çalışıyorum. Madem bisküvilerine bu kadar çok önem veriyordun, neden paketi açık bir şekilde masanın üzerinde bıraktın? 

  • Canım paketi açık bir şekilde duruyor diye benim bisküvilerimi yemek zorunda mıydı bunlar? Onların mamaları da çanağın içinde açık bir halde duruyor. Ben onların mamalarından yiyor muyum hiç? 

  • Bir de yeseydin bari! 

  • Bana bak Şermin! Bu kedilere çok yüz verip şımartıyorsun; bari bir de onları savunma artık... En azından suçlu oldukları zaman sus ne olursun! Bir kedinin bisküvi ile ne işi olabilir Allah aşkına!? Bunlar ne biçim kediler ya, anlayamıyorum! Ne bulsalar yiyorlar... 

  • Offff, uzatma Samet! Dolaptan kahvaltılık bir şeyler çıkarıp atıştırsana... 

  • Bunca yıllık evliyiz, sen benim sabahları kahvaltı yapma alışkanlığımın olmadığını halen öğrenemedin mi!? Kahvaltı yapmadan sigaramı yaktığımı ve öğlen vaktine kadar hiçbir şey yiyemediğimi bilmiyor musun? Bugünkü gibi midem kazınırsa ve çok sevdiğim bir şeyler olursa; ancak o zaman atıştırabileceğimi gayet iyi biliyorsun! Zaten midem kazınıyor olmasaydı şu anda sigaramı yakmış püfürdetiyor olurdum; o zaman bu kadar tantana yapmamıza da gerek kalmazdı... Ama ben açım ve şu anda yiyebileceğim tek şeyin masanın üzerinde durması gerekirken, sadece paketini görebiliyorum! Senin şu şerefsiz kedilerinin bana karşı yapmış oldukları şeyler bardağı taşırıyor artık! Bana karşı ne kadar gaddar ve kindarlar! Bunlar ne biçim kediler Allah aşkına!.. 

Şermin dişlerini sıkarak sinirli bir ifadeyle konuşuyordu.

  • Onlar hem şerefsiz değiller, hem de sıradan kediler değiller Samet! Ayrıca onların birer adları var, anladın mı beni!? Eddy...

  • Canları cehenneme! İster Eddy, isterse Büdü olsunlar... Adlarının Eddy olması, bu o lanet olası kedilere benim bisküvilerimi çalma hakkını vermez ki canım! Allah Allah!.. Adi kediler! 

Şermin; “Çok duygusuz ve gaddar bir adam oldun Samet! Artık seni tanıyamıyorum bile... Sana kaç kere söyledim; onların bir adı var!.. Eddy, Eddy, Eddy... Daha kaç kez söylemem gerekiyor!?” deyip ağlamaklı gözlerle kanatlı kapıyı itmiş ve mutfaktan dışarı çıkmıştı. 
Kanatlı kapı önce ileriye gitmişti, sonra geriye doğru gelmişti. Sonra bir daha ileri ve tekrar geri... 

Şermin kapıyı ardına kadar açıp çıkarken mesafe iyice aralandığı için; bu ileri ve geri gidişler de bir hayli fazla olmuştu. 

Samet tamamen hareketsiz kalıncaya kadar kapının yedi defa ileri gittiğini, yedi kere de geri geldiğini saymıştı. 

Yoksa sekiz miydi?

Aslına bakılacak olursa dokuz veya on da olabilirdi; hatta belki de on bir... :) 


Olayların çok hızlı akıp gelişmesi ve olanlara odaklanamadığı için Samet'in tam olarak sayamamış olması ihtimali vardı; çünkü kapının gidiş gelişlerine baktığı sırada, bir yandan da parmaklarıyla sayarak Şermin’in sorusuna cevap arıyordu.

 

Eddy, Eddy, Eddy... Aynen bu şekilde, tam üç kere söyledi. Demek ki ‘Daha kaç kere söylemem gerekiyor?’ demesi mantıksız; çünkü tam sayıyı vermiş.

Üç... Üç tane baş belası kedi! Eddy1, Eddy2 ve Eddy3…

Haa, unuttum ben! Bunlardan iki üç ay büyük bir tane daha vardı değil mi ya!? Ama o şerefsizin adını hatırlamıyorum ki... Onunki de Eddy miydi, yoksa Teddy mi? Eğer onun adı da Eddy ise, bir tane eksik söylemiş oldu. Yani, bir kez daha söyleseydi tam sayıyı vermiş olurdu bence…”

 

  İşte mırıldanarak bu düşüncelerini dile getirdiği bir sırada, dikkatinin dağılmış olması muhtemeldi. O yüzden kanatlı kapının kaç defa geriye veya ileriye gittiğini yanlış saymış olabilirdi.

Boş gözlerle bir süre daha mutfak kapısına bakarken, yine düşüncelere daldı.

Acaba fazla mı ileri gitmişti? 

Hayır hayır, tabii ki kapı değildi düşündüğü! 

Kanatlı kapı yedi değil de sekiz kez ya da sekiz de değil, isterse on kere dahi ileri gitse sorun olmazdı; çünkü menteşelerini yeni yağlamıştı. Rahatsız edici herhangi bir gacırtı ya da gucurtu; şeytan kulağına kurşun yoktu.

Allah için yoktu şimdi! :)

Ama Şermin’in mutfaktan ağlar gibi çıkması, içini gerçekten de çok burkmuştu.

Acaba onunla konuşurken fazla mı ileri gitmişti?

Bu mahlukların isimleri konusunda ne kadar hassas olduğunu bilmesine rağmen, ne gerek vardı ki kedi diyerek onu üzmeye ve kızdırmaya? Altı üstü birkaç karaktersiz kediydi... Onların adlarını söyleyip Eddy deyiverse, o kedilerin başları göğe mi erecekti sanki?

Neden bu kadar inat etmişti ki?.. 

O anda aklından Şermin’in yanına gidip özür dilemek geçiyordu; ama daha öncesinde suçluyu bulmalıydı. Ve her zanlının suçu işlediği olay mahalline tekrar geleceğini bildiği için, bir süre daha mutfakta beklemeyi uygun gördü. 

Biraz sonra kanatlı kapı iki üç karış kadar açıldı; içeriye de porsuk ve kokarca karışımına benzeyen bir mahlukat girdi. Semiz mi semiz, iğrenç mi iğrenç bir mahlukattı!  
Mutfağa girer girmez önce sandalyenin üstüne, oradan da masaya sıçradı. Masanın üzerinde duran boş bisküvi paketini, tuzluğu, sürahiyi; hatta orada bulunan istisnasız her şeyi burnunu dayayarak kokladı; sonra Samet’e bakarak “mauuvv” dedi. 

Samet her suçlunun olay mahalline dönüp bakma takıntısını biliyordu. (Kendisi de Şermin’in başka odada olduğu ya da bir şeylerle uğraşıp dikkatinin dağıldığı anlarda, misafirleri için özene bezene hazırladığı yemeklerden çaktırmadan yedikten sonra; suçunun belli olmaması için yemeğin sağını solunu düzeltip toparlar ve içeri kaçardı. Lakin bir süre sona içini kurtlar kemirmeye başlar, Şermin’in durumu anlayıp anlamadığını kontrol etmek için yeniden mutfağa giderdi; ve her seferinde de sanki hiçbir halt karıştırmamış gibi, o aynı anlamsız soruları sorardı... “Of, bunlar da ne zaman gelecekler ki? Ben çok acıktım güzelim. Merak ediyorum, misafirlerimize neler yaptın bakalım?” 

Bu sorulardan işkillenip yemekleri yeniden gözden geçiren Şermin’den aldığı cevap ise, üç aşağı beş yukarı hep aynı olurdu. “Vay ayı vaaay! Misafirler gelene kadar elini sürme demedim mi ben sana!? Yine yedin değil mi? Bir de üzerini düzeltmiş aklınca... Ben beyinsiz miyim; anlayamayacağımı mı zannettin?”) 

 

Çok atik bir adam olduğu için, çoğu zaman kepçeyi kafasına yemeden önce mutfaktan kaçmayı başarırdı. Ama suç mahalline yakından bir daha bakmak, kendisine mutlaka nasip olurdu. 

Her neyse, konuyu oldukça dağıttık herhalde; şimdi yeniden hikayemize dönelim...


Samet suç mahalli takıntısı haricinde başka bir şeyi de çok iyi biliyordu ki; o da, aksi ispatlanana kadar herkesin suçsuz olduğu ilkesiydi... 

O yüzden masanın üzerinden kendisine bakan ve “mauuuvv” diyen bu mahlukatın direk gözlerinin içine baktı. Bu mahlukat her ne kadar porsuğa ya da kokarcaya benzese de; o aslında bir kediydi. Adı da Eddy’di. Eddy1...

Dikkatli bir şekilde gözlerinin içine bakarak onun suçlu profiline uyup uymadığını gözlemlerken, konuya kendisinin girmesinin en uygunu olacağını düşündü. Çünkü o salağın soru sormadıkça konuşacağı falan yoktu!

  • Benim bisküvilerimi sen mi yedin lan şerefsiz? 

O anda Eddy1 aptal aptal suratına bakıyor ve tek bir “maauuvv” dahi etmiyordu. 

  • Demek susma hakkını kullanmak istiyorsun... Sen şimdi utanmadan bir de avukat istersin benden! Şermin’i çağırayım mı ha, gelsin mi seni savunmaya? 

Bu sırada mutfağın kapısı biraz aralanmış, Samet o noktaya doğru bakarken iki üç karışlık boşluktan içeriye bir mahlukat daha süzülmüştü.

Mauuv,” diye selam verdikten sonra, yanından geçerek buz dolabının önüne kadar gidip durmuştu. 
Aslında belki de “mauuv” değil, “miyavv” demiş bile olabilirdi; çünkü diğeri gibi köylüye benzer bir hâli yoktu. Hatta tam tersine gayet zarif bir görünümü vardı ve oldukça kibar birisine benziyordu.

Bulunduğu yerden önce buzdolabının kapağına bakarak mırıldandığı, akabinde kendisine bakarak tekrar konuştuğu zaman; Samet onun “miyaavv” dediğinden kesinlikle emin olmuştu.

Aksanı, diğerinden biraz daha farklıydı; şehirli birisi gibi miyavlıyordu.  Belli ki o anda kendisinden dolabın kapağını açmasını rica ediyordu... 

Masanın üzerinde duran kılıksız herife nazaran, mutfağa giren bu ikinci vatandaşın eli yüzü biraz daha düzgündü. O, gerçekten de şehirli bir kediye benziyordu. Hatta yine abartıyor diye düşünmeyin; hafif bir saç sakal traşı olsa, normal bir adama bile benzeyebilirdi... 

Tabii ki o da bir kediydi; ve onun adı da Eddy’di. Eddy2...

  Şermin evlerinin kömürlüğüne doğuran anne kedinin bir sokak köpeği tarafından parçalanması üzerine onları evlat edinmişti; fakat bu kedilere farklı isimler vermemişti. Bu üç kardeş kedi için o zamanlar; “Onların hepsi de benim evlatlarım ve eşit derecede seviyorum. O yüzden adları da aynı olacak.” diyerek, hepsine de Eddy ismini vermişti.

Yalnız beslenme önceliklerine göre, (Ki, o zamanlarda bir tanesi çok cılızdı.) en çok ilgilenilmesi ve beslenilmesi gereken Eddy’e, “1”; biraz daha derli toplu Eddy’e, “2”; nur topu gibi olan tosuncuk ve hatta pofuduk Eddy’e ise “3” numaralarını vererek; onları envanterine geçirmişti! :)

Şermin’in onları kucaklayıp eve getirdiği ilk günlerde, kedilerin henüz gözleri dahi açılmamıştı. Mutfaktaki iki kediye baktığı sıralarda o eski hallerini hatırlayınca, Samet’in aklından onlar hakkında anlam veremediği bazı sorular geçmeye başlamıştı.

Bu yaratıklar ilk doğduklarında aslında fareydiler de sonradan mı kedi olmuşlardı; yoksa su samuru ya da fok balığı olarak doğduktan sonra, evrim geçirerek mi kediye dönüşmüşlerdi? 
Bunu düşünmesi için çok önemli gerekçelere sahipti; çünkü Şermin’in onları eve getirdiği günü dün gibi hatırlıyordu.

Kendisinin hiçbir halta benzetemediği; suratsız, kılıksız, sıfatsız, şekilsiz, yamuk yumuk şeyler olan bu meymenetsizler; nasıl olmuştu da değişivermişlerdi?
Gerçi masanın üzerinde duran o şerefsiz hiç değişmemişti ve kendisine göre halen yamuk yumuk bir şeydi ya, hadi neyse... Koca göbekli, kılıksız, yamuk yumuk herif! :) 

Samet bir masanın üzerinde duran Eddy1’e, bir de dolabın karşısında duran Eddy2’ye dikkatlice baktıktan sonra kararını vermişti.

Eddy2’yle konuşmasını bağırmadan ve daha efendice yapacaktı; çünkü bu zarif beyefendiyle, öteki hergeleye hitap ettiği gibi konuşamazdı. O yüzden, ölçülü bir kibarlık ve babacan bir ses tonuyla konuşmasına başladı. 

  • Değerli Eddy2 Beyefendi; sanırım dolaptan almak istediğiniz bir şeyler var. Eğer benimle işbirliği yaparsanız, istediğiniz şeye kavuşmanız için elimden gelen gücü harcarım. Yalnız, sorduğum sorulara içtenlikle ve doğru bir şekilde cevap vermeniz gerekiyor. Hazır mısınız?

Eddy2 yüzüne anlamsızca bakarak, “miyavv” dedikten sonra kafasını tekrar dolaba doğru çevirmişti.

  • Bunu evet olarak kabul ediyorum ve soruma geçiyorum. Dün gece bisküvilerimin çalınmasıyla bir ilginiz var mı; eğer yoksa, kimin çaldığını biliyor musunuz?.. Mutfağa hiç gelmediğinizi ve bu soruların cevabını gerçekten bilmediğinizi iddia edecekseniz; size farklı bir sorum daha olacak... Bisküvilerimin çalındığı o saatlerde başka bir yerde olduğunuzu kanıtlayabilir misiniz; tanığınız var mı? 

Sorularını bitirdiği zaman Eddy2’nin de cevap vermeyerek bön bön suratına baktığını görünce oldukça kızmış ve ona sert bir ifadeyle yeniden sormuştu. 

  • Ulan karaktersiz! Benim bisküvilerimi sen mi yedin? 

Sesini yükseltince Eddy2 biraz hizaya gelerek, sorusunu “miyaavv” diye cevaplamıştı. Ama Samet bu söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştı. Onun söylediği iki heceli kelime, acaba ne anlama geliyordu? Evet mi, yoksa hayır mı? Çünkü “E-vet” de “Ha-yır” da; iki heceli kelimelerdi.

Tıpkı, “Mi-yaavv” gibi... 

Bu iş gittikçe daha da çetrefilli bir hal almaya başlamıştı; ya bir tercüman bulmalı ya da en kısa sürede kedice öğrenmeliydi. Tercüman bulabilirse neyseydi de; onların dillerini öğrenmeyi hiç istemiyordu... Kedilerin lisanını öğrenme zahmetine katlanmaktansa, onlara kendi dilinden bildiği bütün ağır küfürleri savurması ve söylediği hiçbir küfrü anlamayacak olan bu ahmaklarla dalga geçmesi, hiç kuşkusuz daha eğlenceli olabilirdi. :)

Aklından bu düşünceler geçerken, kapı yine iki üç karış kadar aralanmıştı. İçeriye de aynı o iki karaktersize benzeyen bir zibidi girmişti! Hemen koşarak bacaklarına sürtünen ve kafasını kaldırarak kendisine yalakaca “miavv” diyen bu zibidi, herhalde içlerinden en kurnaz olanıydı. 

O da tıpkı diğer ikisi gibi bir kediydi; onun adı da Eddy’di. Eddy3...

  Daha önceki sorgulamalarından dolayı oldukça tecrübe kazanmış olan Samet, yaltaklanmasına izin vermeyerek onu ayağıyla hafifçe ileriye itmiş ve kendisinden uzaklaştırmıştı.

Bu şerefsizlerden herşey beklenebilirdi! Kim bilir püskevitlerini o çalmıştı; şimdi de kendisine yalakalık yaparak etki altına almaya çalışıyordu. 

Ama Samet de kaçın kurasıydı!? Öyle kolay kolay kül yutacak bir adama benziyor muydu sanki?  Bugüne bugün kaç soruşturma yapmış, kaç kişiyi bülbül gibi öttürmüştü!.. :) 

Yani... Yani en azından ilk iki kediye, “miyaavv veya mauuuvv” dedirttirmeyi başarmıştı... Bu zibidiyi konuşturmak da ufak bir çocuğun elinden oyuncaklarını almak kadar kolay olmalıydı. 

...

O anda çocuğun elinden oyuncağını almak düşüncesi aklından geçince, bir anısını hatırlayarak içine daralma hissi geldi ve kalbi sıkışmaya başladı.

Belki bu iş sandığı kadar kolay olmayacaktı; çünkü tecrübeyle sabitti... 

Üç bina aşağısında oturan arkadaşı Ertuğrul’un, Yavuz adında tombalak mı tombalak bir çocuğu vardı. Henüz üç yaşında olmasına rağmen, tam bir fırlamaydı! Yanında bulunan karaktersiz kediler bile belki de o çocuğun yanında melek sayılırlardı! 

Belki de ne kelime!?

Kesinlikle bu kediler, o fırlama piçe bakarak melek sayılırlardı. O karaktersiz, bir iki hafta kadar öncesinde şakayla karışık elindeki oyuncağını alacakmış gibi bir hareket yaptığında, nasıl da avazı çıktığı kadar bağırmıştı! 

Velet, sanki boğazlanıyormuş gibi bir yandan hırıltılar çıkararak kendisine saldırmış, bir yandan da kaval kemiklerine art arda dört beş tekme savurmuştu. O tekmeler yüzünden iki gün boyunca zorlukla yürümüştü. Bacaklarındaki morluklar ise ancak bir hafta sonra geçmişti. 

Karaktersiz şerefsiz!.. Nasıl da acımasızca tekmelemişti!?

Ayrıca bütün bunlarla da yetinmemiş, elleriyle onu kendisinden uzaklaştırdığı bir anda bacaklarına daha fazla tekme atamadığı için hırs yapmıştı!.. O zaman sağ elini yakalayıp hart diye dişlerini geçirivermişti! 

Pitbull gibi dişleri vardı şerefsizin!.. Neredeyse etini koparıp çiğ çiğ yiyecekti namussuz... :)

Samet’in aklına bunlar gelince canı fena halde sıkılmıştı. Bu kediler de onun gibi çetin ceviz çıkabilirlerdi ve içlerinden bazıları eline acımasızca pençeler atabilir, sonra da ısırıp parçalayabilirdi. En iyisi bu soruşturma dosyasını bir daha açılmamak üzere rafa kaldırmalıydı. 

Ama durun!.. Böyle yaparsa kendisine olan saygısını kaybetmez miydi? Hem ayrıca, mutfağa en son giren yalakaya henüz hiçbir şey sormamıştı. Sorduğu zaman belki de işlediği suçu itiraf edecek, yaptığı her şeyi bir bir anlatacaktı bu namussuz! 

  • Lan yavşak; benim bisküvilerimi sen mi yedin? 

Eddy3 bu sorusuna cevap vermeyerek yine sırnaşmaya ve bacaklarına sürtünmeye başlamıştı.

Anlaşılan o ki bu soruşturma sonuçsuz kalacaktı... 

 

Samet tam ümitsizliğe kapılmak ve kaderine razı olmak üzereydi ki; o anda suçlunun kim olduğu hakkında büyük bir ipucu yakaladığını fark etti.

Eddy1, Eddy2 ve Eddy3 adındaki bu üç hergele; mutfağa gelerek kendisinden bir şeyler istemekteydiler. Oysa ki hemen hergün mutfakta fink atan (Bu üç şerefsizin uzaktan akrabası) diğer çakal, halen ortalıkta görünmüyordu...

Demek ki bisküvilerini yiyip karnını doyurduğu için mutfağa adımını atmak o anda aklına bile gelmemişti!

Suçluluk güdüsüyle olay mahalline gelip bakması ise, muhtemelen gece geç saatlerde olacaktı.

Eveeet, demek ki hırsız Teddy’di!.. 

...


Bir anda “
Teddy mi?” diye mırıldandı...

Yok yook! Aslında bu kendi kendisine sorduğu bir soru değildi; çünkü hırsızın o olduğundan adı gibi emindi!

Hiç kuşkusu yoktu yani...

Ama onlarla pek ilgilenmediği için adlarını çok iyi bilmiyordu. Örneğin az önce Eddy1 zannettiği porsuk kılıklı şerefsiz; belki de Eddy2 veya Eddy3 olabilirdi.
 

O yüzden “Teddy mi?” diye sorması, o karaktersizin adından tam emin olamadığı anlamına geliyordu.

Yoksa hırsız kesinlikle Teddy'di!..

Ya da Eddy...

Yani Eddy4... 
...
Amaaan, adı her neyse işte!

 
                                                                                                                                   UĞUR GERÇEK

 

Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol