hatirlaugurgercek - KISA HİKAYE: CİNLER
  Ana Sayfa
  Görüntüler&Resimler
  İletişim
  İstatistikler
  KISA HİKAYE: SUÇLU KİM?
  KISA HİKAYE: CİNLER
  KISA HİKAYE: UÇUŞ
  KISA HİKAYE: GÜNEŞ
  İşte facebook'daki roman sayfası!..

                                 

                                                         CİNLER


    Yağmur şiddetini iyice artırırken gökyüzünde çakan şimşeklerden biri kayboluyor, ardından hemen bir başkası meydana çıkıyordu. Ayrıca öğlen vakitleri olmasına rağmen, yağmur yüklü bulutlar yüzünden ortalık epeyce kararmış bir haldeydi.

  Eğer on iki yaşındaki Erkin o sıralarda yürümeye devam etseydi, yirmi dakika sonra dedesi ve ninesiyle birlikte yaşadığı evine ulaşabilecekti. Fakat o, yağmurun şiddetini azaltacağı ana kadar bir yerde durup beklemeye karar vermişti. Tabii ki o anda bardaktan boşalırcasına yağan nisan yağmurundan korunmak için en hatalı yolu tercih ettiğinin farkında bile değildi.

Kaldırım boyunca sıralanan ağaçlardan en büyüğünün altına sığınarak, onun aralarından su sızdırmayan geniş yaprakları sayesinde kendisini güvenceye aldığını düşünmüştü. Ama bu düşüncesi sadece kısa bir süreliğine geçerli oldu; çünkü paratoner görevi gören o en büyük ağacın yakınına yıldırım düşmüştü. Yakını dediysek de yanı başına; yani tam olarak Erkin'in üzerine... 

Yıldırımın düştüğü anda ayakları yerden kesilerek yüzüstü yere kapaklanmıştı. Sakin bir mahallenin içindeydi ve o saatlerde de in cin top oynadığı için, onu kimseler görememişti.

O durumda ne kadar kaldığını hatırlayamıyordu. Bir süre boyunca yarı baygın bir halde öylece yattıktan sonra gözlerini açmıştı. 

Biraz kendisine geldiği anda, en azından hayatta kaldığı için şükürler ediyordu. Lakin, acaba çok mu erken davranmıştı? Çünkü az sonra yaşayacakları, belki de “keşke ölseydim” dedirtebilirdi...

  Kalkmak için ellerini kaldırıma koyup dizlerini yere dayadığı anda, sanki emekleme pozisyonundaymış gibiydi. Düşüncesi, bir an önce ayağa kalkıp evine gitmekti; ama yanıbaşında “gooolll” diye bağıran birisinin sesini duyunca, irkilerek tekrar yere kapaklandı. Kendisini toparlayarak ayağa kalktığındaysa, bacakları zangır zangır titriyordu.

Bunun sebebi, yanı başında gördüğü ucubeydi. Üst ve alt köşelerdeki hatları hafifçe yuvarlak olmasa, neredeyse kare küp kafalı bir adamdı. Aslına bakarsanız adam da sayılamazdı; hatta belki de insan bile değildi. Zira karşısındakinin iki karış kadar uzunluktaki fillerin hortumunu andıran bir burnu, üzerinde kaş bulunmayan iri gözleri ve kocaman kepçe kulakları vardı. Gövdesinde bulunan tek bir kolunun üzerindeki eli ise üç parmaklıydı ve hepsinin boyu da aynıydı.

 Kollarından biri kopmuş değildi. Gerçekten de sadece bir kolu vardı ve o da gövdesinin önünde, göğüs kafesinin hemen üzerindeydi. Alt kısmındaysa üç bacağı vardı.

Erkin korku dolu gözlerle karşısındaki mahlukâta bakarken avazı çıktığı kadar bağırarak çığlık atmak istemişti; ama sanki bir şeyler ona mani oluyordu. 

O sırada faltaşı gibi açılmış gözlerle baktığı karşısındaki yaratık, ona dönerek konuşmaya başladı.

  • Moruk sen uyuduğun için göremedin, bizim keratalar çok güzel bir gol attı.

Erkin korku ve şaşkınlıktan kekeleyerek sordu.

  • Bizimkiler mi?

  • Evet.

  • Bizimkiler kim ki?

  • E tabii ki cinler canım.

  • Neee!?

 
Yağmur hâlen devam ediyordu ve yaprakların seyrek olduğu noktalardan sızma şansını bulabilen damlalar, Erkin’i başından aşağıya doğru belli belirsiz ıslatarak süzülüyordu. Fakat o, bedeninde yağmurun temas etmesiyle ilgisi olmayan bir soğukluk hissetmişti. Onun hissettiği şey, alnından ve vücudunun her yerinden boşalan soğuk terlerdi.

Vücudunun tüm tüyleri diken diken olmuş bir hâlde yaratığa bakarken, o ise göğsünün üzerindeki kolunu uzatarak kendisine bir noktayı gösteriyordu.

  • İşte yine gole gidiyoruz! Haydi oğluuum, hadi artık atın bunu!

Erkin'in sol tarafına dönüp onun gösterdiği noktaya bakınca tüyleri iki misli fazla dikleşmiş, ayrıca vücudunun bir noktasında da sıcaklık hissetmişti. Islak bir sıcaklıktı bu... Korkudan altına işemişti; çünkü orada maç yapan birbirinden iğrenç yaratıklar vardı. 
Karşısındaki yaratık; “Offf, yine kaçırdılar yaa!” diyerek üzüntüyle başını öne eğerken, onun yanına başka bir mahlukât daha gelmişti. Tüylü, çirkin, ucube bir şeydi; ama iki kolu ve bacaklarıyla insan anatomisine daha yakın bir vücuda sahipti. Kollarını arkasından kavuşturmuştu; herhalde bir şeyler saklıyordu.

Bu mahlûkatın, Erkin’in gördüğü ilk yaratığa bakıp pis pis sırıttığı anlarda o iğrenç, sivri ve biçimsiz sapsarı dişleri de ortaya çıkmıştı.

Ne oldu, heyecanlandın mı yavruuum?” diyerek, yaratıkla dalga geçiyordu.

  • Şans eseri bir gol attınız diye, bizi yenebileceğinizi mi sandınız? 

Erkin korku dolu gözlerle iki çirkin yaratığa bakarken, bu kez ilk gördüğü cin konuşmaya başlamıştı.

  • Hadi oradan, sevimsiz in seni... Elbet sizi bir gün yeneceğiz; buna hazırlıklı olun!

Diğer mahluk, “Hah hah ha! Kim bilir belki bir gün... Ama bugünün o gün olmadığına yemin edebilirim. Fazla heyecan yapmaman için sana skoru hatırlatayım dedim. Bak; skor tabelasını da yanımda getirdim.” diyerek arkasında sakladığı şeyi meydana çıkarınca Erkin’in beti benzi atmış ve o anda avazı çıktığı kadar bağırarak kaçmayı istemişti.

Ama bulunduğu yerden kımıldayamamış ve tek bir kelime dahi edememişti. Çenesi düşecekmişcesine açılan ağzı ve korku dolu gözleriyle o şeye bakarken, kasıklarında yine tatlı bir sıcaklık hissetmişti. Dizleri de zangır zangır titriyordu.

Sevimsiz mahlukatın sağ elinde tuttuğu şey, biçimsiz suratlı ve gövdesi olmayan bir kafaydı.

Sadece bir kafa!..

  Yaratık, saçlarından tuttuğu kafayı kaldırarak suratına bakarken, ona sormuştu.

  • Söyle lan Abidin; skor kaç kaç?

  • İnler 22, cinler 1 abi...

Skoru söyledikten sonra, gövdesiz baş bir spiker edasıyla sözlerine devam etmişti. 


“Maçta artık son 20 dakika ve geçmiş senelerin istatistiklere bakıldığında; cinlerin bu maçı çevirmesi imkânsız gibi görünüyor. Sayın seyirciler, şimdi de son üç senenin skorlarını veriyoruz. Geçen sene, inler 32 cinler 0; ondan önceki sene, inler 27 cinler 0; bir önceki sene ise, inler 29 cinler 0... Bunun dışında bir dikkat çekici istatistik daha var; cinlerin bugün atmış olduğu gol, 262 yıl sonra gelen ilk gol oldu... Bundan 262 sene önce Şeytante Ritvane adlı cinin gol attığı maçta; inler, cinleri 37’ye 1 mağlup etmişlerdi. Son 753 senedir, cinlerin inlere karşı galibiyeti bulunmuyor sayın seyirciler. İlk ve tek galibiyetlerini, turnuvanın düzenlenmeye başladığı 754 sene önce; Tanjuen isimli cinin attığı golle 1-0 kazanmışlardı...”

 
Elinde sadece kafadan ibaret olan skor tabelasını tutan mahluk, bir kahkaha daha attıktan sonra konuşmaya başladı.

  • Hortum burun, neden heyecan yapmaman gerektiğini anladın mı şimdi? Siz bizi biraz zor yenersiniz. Aslında, bize her zaman yenilmeye mahkumsunuz! Ehe, ehehe...

Hortum burunun gözleri sinirden kan çanağına dönmüş, “Şimdi sana dersini vereceğim! Bizimle dalga geçmenin ne demek olduğunu göstereceğim sana!” diyerek, üç parmağının bulunduğu eliyle karşısındaki mahlukâta bir tokat atmıştı.

Ardından, “Sen cin çarpmasının ne demek olduğunu bilmiyorsun galiba...” diye konuşmasına devam ederken; karşısındakinin kafası, gövdesinden ayrılarak yere düşmüştü.

Yerde bir iki kez yuvarlanıp durduktan sonra, hortum buruna sitemkâr gözlerle bakarak konuştu.

  • Şimdi ayıp ettin abi! Ufacık bir şaka yapıp sana takıldık diye böyle mi yapman gerekirdi? 

Bütün bu olanları gören Erkin, titreyen kollarına ve bacaklarına hakim olamayacak bir hâldeydi. Her an yere yığılıp kalacakmış gibi hissediyordu kendisini...

O sırada hortum burunun cezalandırdığı yaratığın başsız hâldeki gövdesinin elinde duran skor tabelası konuşmaya başlamıştı. Başsız olmasına rağmen gövde halen ayakta duruyordu.

  • Abi ben 275 senedir skor tabelası görevini icra etmekteyim, artık çok sıkıldım. Eğer izin verirsen; hazır arkadaşın kellesi de yere düşmüşken, bu gövdeye ben yerleşip tabela görevini arkadaşa devredebilir miyim?

Pür dikkat maça odaklanmış olan hortum burun, tabela kafaya hiç bakmaksızın “Benim dikkatimi dağıtma! Ne yaparsan yap, yalnız maçın bitmesine kaç dakika kaldığını söyle bana.” demişti.

Skor tabelası, “Efendim 17 dakika kaldı...” diyerek cevapladı.

Hortum burun, “17 dakika ha! Bu iyi. Hâlen maçı çevirmemiz için yetecek süremiz var.” diye mırıldanırken, skor tabelası; “Hadi oğlum, beni omzunun üzerine yerleştir bakalım.” demişti.

Başsız gövdenin sağ eli, bu sözleri adeta emir telakki ederek isteğini yerine getirmiş; sonra sol el ile birlikte kafayı sağa sola oynatarak boynun üzerine iyice yerleştirmişlerdi. Gerçi bu kafa o gövdeden ayrılandan daha küçük olduğu için biraz eğreti durmuştu ama, yine de kendisine bir gövde bulmuş olmanın sevinciyle sırıtıp duruyordu.

Erkin büyük bir şok içerisinde bu olanlara bakarken, yerde duran diğer kafa konuşmaya başladı.

  • Kardeş ayıp ediyorsun ama! O benim gövdem, lütfen bırak onu...

  • Olmaz! Sen de biliyorsun ki bir kafa koptuğu zaman asla kendi gövdesine kavuşamaz. O yüzden şimdi sana anlatacağım geçmiş istatistikleri iyi ezberle; bundan sonra yeni bir gövdeye kavuşuncaya kadar skor tabelası olarak sen görev yapacaksın.

Bunları söyledikten sonra eliyle yerdeki kafayı alıp, ona bir şeyler anlatarak oradan uzaklaşmıştı.


Erkin bütün bu olanların başına neden geldiğini anlamıştı.

Büyük sözü dinlememek!.. 

Altı sene önce annesi ve babasını bir trafik kazasında kaybetmesinin ardından; babasının ölmeden önce sürekli, “bizim moruklar” diye bahsettiği dede ve ninesi onu sahiplenmişlerdi. Ona anlatılanlara göre, babası ve annesi bir hayli ilerlemiş yaşlarda evlenmişlerdi. Kendisi dünyaya oldukça geç geldiği için, dedesi kendisine çok yaşlı görünüyordu.

O gün, altı senedir ona babalık yapan dedesinin; “Evden çıkarken yanına şemsiye de al oğlum. Bugün iyi yağmur yağacak, çok kötü ıslanırsın.” demesine rağmen, kendisi onun bu sözünü hiç umursamamıştı.

O da iki ihtiyarı babası gibi moruk olarak değerlendiriyor ve onların sözlerini pek ciddiye almıyordu.

İşte o gün, yağmur tahmin ettiğinden de şiddetli olunca, ıslanmamak için ağacın altına sığınmıştı. Oysa elinde bir şemsiyesi olsa yağmur altında bile yürüyerek eve ulaşabilirdi; ama o söz dinlememişti.

Dedesi daha öncelerden de; şiddetli yıldırımların oluştuğu yağmurlu günlerde, ağaçların altında beklenmemesi gerektiğini söylemişti.

Başına gelen bu talihsizlik, yani cinlerle karşılaşması; üzerine yıldırımın düşmesi sonucunda olmuştu. O çarpmanın etkisiyle bir mucize gerçekleşmiş ve diğer boyutun kapıları da kendisine açılmıştı. Gerçi bu mucize onun pek de istediği bir şey değildi; çünkü komşu çocuklarından kendi yaşlarındaki “Piç Rıfkı” lakaplı arkadaşı, senelerdir cinlerle ilgili korkunç hikâyeler anlatırdı. Kendisi o zamana kadar hiç karşılaşmamış olsa dahi cinlerden oldum olası korkardı. Dedesinin söylediği sözleri dinlemeyince şimdi onlar da kendisini görmeye başlamışlardı ve belki de hayatının sonuna kadar her gün musallat olacaklardı. 
Büyük bir pişmanlık içerisinde aklından bu düşünceler geçerken, hortum burun kendisine sormuştu.

  • Sen kaç yaşındasın moruk? Oldukça ihtiyar görünüyorsun.

Kekeleyerek cevap verdi.

O, o, on, i-ki.”

Sorusunu yönelttiği anda hortum burunun gözleri halen maç yapanlara dönüktü; ama bu cevap üzerine gevrek bir kahkaha atarak Erkin’e baktı. Gözlerini tekrar maç yapanlara çevirirken alaycı bir şekilde ve gülerek konuşuyordu.

  • Seni gidi moruk seni... Yaşını küçük göstermeye çalışıyorsun ha! Heh heh he... Sen gerçekten komik birisine benziyorsun. Şu maç biter bitmez seninle uzun uzun konuşalım. Seni gidi matrak moruk seni!

Bu sözleri üzerine Erkin’in alnından yine soğuk terler boşalmaya başlamıştı. Zaten tiksinerek ve korkuyla baktığı bu iğrenç herifle, bir de uzun uzun konuşmak mı?.. Hemen oradan tüymeliydi. 

O sırada yaratık tekrar konuşmuştu. “Moruk bana bir sigara versene...”

  • Sigaram yok. Ben hiç kullanmadım, bundan sonra da asla kullanmayacağım; çünkü çok zararlı...

O kekeleyerek bu sözleri söylerken, yaratık gözlerini maç yapanlardan çevirerek Erkin’e öfkeyle baktı.

  • Bana yalan söyleme! Az önce o beyinsize yaptıklarımın aynısını şimdi sana da yaparım. Çabuk bir sigara ver!

Erkin korku dolu gözlerle “tamam” diyerek, sanki paket arıyormuş gibi ceplerini karıştırıyordu. Hortum burunun elini kendisine doğru uzatıp gözlerini tekrar maç yapanlara çevirdiği sırada ise; bacaklarına ne zaman ve nasıl olup da geldiğini anlayamadığı bir kuvvetle koşmaya başlamıştı. Bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. 
“Dedeeeee! Kurtar beniii!”

O kaçarken yaratık hamle yapmamıştı ama, arkasından tehditler savurarak bağırıyordu.

  • Bak moruk, bu maç bizim açımızdan çok önemli olduğu için yerimden kımıldamıyorum; ama maç bittiğinde peşine düşüp seni yakalayacağım! Senin sadece kafana değil; ellerine, kollarına, ayaklarına ve bacaklarına da ayrı ayrı cezalar vereceğim. Bittin sen!

Bu tehdit dolu sözleri söyledikten sonra maçı izlemeye devam etmişti. Erkin ise arkasına bile bakmadan ağlayarak koşmaya devam ediyor, o sırada da düşünüyordu. Normalde eve o mesafeden, yürüyerek 20-25 dakikada ulaşabiliyordu. O andaki temposu hiç bozulmazsa, koştuğu için 13-15 dakikada bile ulaşabilirdi. İnler ve cinlerin maçlarının bitmesine de neredeyse bir o kadar dakika kalmıştı. Acaba cinler ne kadar hızlı koşuyorlardı? Bir iki dakika içerisinde, kendi gelmiş olduğu mesafeyi hızla geçerek karşısına çıkabilir miydi?

Yolda koşarak ilerlerken bazı insanlarla karşılaşmıştı. Onlardan yetişkin olan bir ikisi, “Neyin var oğlum, kimden kaçıyorsun?” diye sormuşlardı; ama durup hiç birine cevap  vermedi... Zaman kaybetmek istemiyordu ve etrafında insanlardan daha çok cinler vardı.

Nereye doğru gittiğini hortum buruna söyleyip, kendisini yakalamasını sağlayabilirlerdi. O zaman, “Ne’n var oğlum?” diye soran insanlardan hiçbirisi ona yardımcı olamazlardı. Ama cin kendisini yakalamadan önce evine ulaşabilirse, dedesi ve ninesi onları def edecek duaları çok iyi biliyorlardı. Kendisine ancak o iki moruk yardımcı olabilirdi.

 

Dedesinin iki katlı evine geldiğinde, “Dedeeee!” diye bağırarak kapıyı yumrukladı. Kapıyı açan olmuyordu ve hiç ses seda yoktu. Titreyen ellerini ceplerine sokup kendi anahtarını ararken kapıya arkasını dönmüştü; panik dolu gözlerle cinin kendisine yetişip yetişmediğine bakıyordu.

O sırada anahtarı bulup cebinden çıkardı, ama zangır zangır titreyen elleri yüzünden onu tutamayıp yere düşürdü. Yerden alıp kapının deliğine sokmaya çalıştığında da epeyce bir ter dökmüştü.

En sonunda kapıyı açarak içeri girmiş ve kapatmadan önce de son bir kez daha dışarıya bakmıştı. Hortum burun yoktu, ama bahçelerinde pek çok cin vardı. Aslında kendisiyle ilgilendikleri söylenemezdi, daha çok aralarında muhabbet ediyormuş gibi bir havada görünüyorlardı. Yine de bir kaç tanesiyle göz göze gelmişti.

Kapıyı kapatıp içeriye girdiği vakit bütün odaları dolaştı, çünkü her ikisi de yaşlıydı ve herhangi bir odada uyuklamış olabilirlerdi. O yağmurlu günde iki moruğun bir yerlere gideceklerini sanmıyordu, ama o anda ikisi de evde değillerdi. Bunun üzerine mutfağa geçip masanın üzerine baktı.

Bazen, “Biz falancalara gidiyoruz; dolapta şu, şu yemekler var, ısıtıp ye... Şu saatlerde döneriz.” gibilerinden notlar bırakırlardı; fakat öyle bir not dahi göremedi. 

Bunun üzerine salona doğru geçerken, kapının tıklatıldığını duyunca irkildi. Aralıklı ve üç kere çalmıştı.

Tak... Tak... Tak...”

O anda beti benzi atmıştı. “Kim o?” diye sormamıştı bile; hortum burun olduğundan neredeyse adı gibi emindi. Eğer yaşlı moruklar gelmiş olsalardı, kapıyı kendi anahtarlarıyla açarlardı. Gelen hortum burun değil de bir komşuysa bile, onların da canları cehennemeydi... Çok sıkıntılı bir durumda olmasaydı; elbette ki, “Kim o?” diye sorarak kapıyı açabilirdi. Ama o gün kendisini mazur görmeleri gerekirdi; çünkü başına çok büyük bir bela musallat olmuştu.

Ayaklarının ucunda sessizce ve adeta koşar adımlarla, üst kattaki kendi odasına çıktı. Kapısını yavaşça açıp aynı şekilde de kapatmıştı ki; koca burunlu kendisinin evde olduğunu anlamasın...

Sonra yatağına uzanıp yorganının altına girdi ve kafasının üzerine kadar çekti... 

Sol tarafında bulunan ve açık olduğunu gördüğü perdesini kapatmamıştı; hortum burun dışardan odaları gözetliyorsa, perdelerin hareket ettiğini görerek evde olduğunu anlayabilirdi. Yatağındayken yönünü sadece tülleri çekili olan o pencereye doğru döndü ve yorganın altında adeta nefes bile almadan, cenin pozisyonunda büzülerek uzun bir süre bekledi. Sonrasında herhalde uyuyup kalmış olmalıydı ki gözlerini açar açmaz pencereden gökyüzünü gördü.

Gökyüzü karanlıktı, gece olmuştu. Ama yağmur aynı şiddetiyle devam ediyordu. O anda birden, sağ tarafında kesik kesik soluyan bir varlığın olduğunu hissetti. Hızla sağ tarafına dönüp baktığında, onu görmüştü...

Hortum burun hemen yanı başında duruyordu!

Korku içerisinde, “Dedeeeee!” diye bağırarak yatağında doğrulunca; karşısındaki hortum burunun, “Oğlum dur! Köftehora bak hele... Ne bağırıyorsun, kalbime indirecektin!” dediğini duydu.

  • Dede?

  • Hay dedenin şarap çanağına sıçayım! Sanki ilk kez mi gördün beni oğlum?

  • Ama dede, ben seni cin zannettim.

  • Cin mi? Asıl cin sensin lan; sıpaya bak hele!

  • Dede cinler beni rahatsız ediyor. Siz onları def edecek duaları biliyorsunuz, lütfen kovun onları! Cinlerden birisi beni cezalandırmak için peşime düştü. Kopan kafa bir daha yerine oturmazmış dede; bunları biliyor musun? Eğer beni bir cin çarparsa, kafam 250 sene onların skor tabelası olacak!

  • Ulan şu Rıfkı denen deli oğlanın her anlattığına inanma demiyor muyum ben sana! Cinler size musallat olacak kadar salak mı? Vallahi onlar sizi değil, siz onları çarparsınız vesselam. Fırlamalar sizi...

  • Ama bugün eve gelirken gördüğüm inlerle maç yapan cinleri sen de görmüş olsaydın, böyle konuşmazdın dede! Onlardan biri benim kafama, kollarıma ve bacaklarıma ceza vereceğini söyledi.

  • Heh heh heh, şimdi anlaşıldı senin durumun... Sen bugün hiç dışarı çıkmadın ki kerata... ‘Dede, biraz dışarı çıkabilir miyim?’ deyince, ben de sana; ‘Oğlum bu yağmurun altında dışarda ne yapacaksın? Şimdi in cin top oynuyordur bu havada... Arkadaşlarının hiçbiri de dışarı çıkmamıştır zaten.’ demiştim. Ninenle ben de hiçbir yere gitmedik. Sen bunları rüyanda görmüşsün güzel oğlum.

  • Hayır, dışarda ağacın altında dururken benim kafama yıldırım düştü. Ben de ondan sonra cinleri görmeye başladım.

İhtiyar yine gülerek konuşmasına başlamış, “Lan kerata, sen bütün gün odandaydın. Bir ara uyuyup kaldığında rüyana böyle ilginç şeyler girmiş. Zaten benim odaya ilk geldiğimde yorganın da yere düşmüştü; ben yerden alıp üzerini örttüm. Hadi şimdi güzel güzel uyu... Ya da uykun kaçtıysa gel salona, biraz televizyona bakalım. Zaten saat çok geç sayılmaz.” dedikten sonra da sırtını dönüp odanın kapısına yönelmişti.

Erkin: “Ben cinleri gerçekten gördüm dede...”

Dedesi bir kahkaha daha atarak son noktayı koymuştu.

  • Yorgan üstünde değildi güzel oğlum. Kıçın açıkta kalmıştı, böyle kâbuslar görmen normal... 

    ...


Dedesinin odadan çıkmasından sonra mırıldanmaya başladı.

Rüyamda mı görmüşüm? Bu çok iyi! Demek ki o hortum burunla ve kesik kelleyle bir daha asla karşılaşmayacağım...

Ama alacağın olsun moruk! Kıçın açıkta kalmıştı da ne demekmiş? Babamın ölmeden önce sizin hakkınızda söylediği sözleri çok iyi hatırlıyorum. Yanınızdayken söylemezdi ama, annemle konuştuklarında duyuyordum. Size “moruklar” derdi.

Gerçekten de haklıymış; nenem de sen de moruğun tekisiniz!

Ama sizleri çok seviyorum. İyi ki varsınız!..” 

Bu sözlerinin ardından onların yanına gitmek için ayağa kalkmıştı ki pijamasının alt kısmındaki ıslaklığı fark etti.
Tekrar yatağına uzanıp, yorganını üzerine çekti...


                                                                                                              
UĞUR GERÇEK


Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol