hatirlaugurgercek - KISA HİKAYE: GÜNEŞ
  Ana Sayfa
  Görüntüler&Resimler
  İletişim
  İstatistikler
  KISA HİKAYE: SUÇLU KİM?
  KISA HİKAYE: CİNLER
  KISA HİKAYE: UÇUŞ
  KISA HİKAYE: GÜNEŞ
  İşte facebook'daki roman sayfası!..

                                                    GÜNEŞ

    O sabah kargalar dahi kahvaltılarını yapmamışken, ufak bir çocuk sahile doğru yürüyordu. Bu yaramaz ufaklık, dört beş yaşlarında melek yüzlü bir çocuktu. Belki de müzisyen amcasının, “Güneşin göz yaşlarında, kayboldun sen! Bir damlada aktın, içimden... Ne ben tutmak istedim, ne sen uzattın elini! https://www.youtube.com/watch?v=YkWqQBrTftY” diye başlayan şarkısına nazire yapar gibi; sevgilisine elini uzatmak ve ona kavuşmak arzusuyla dışarı çıkmıştı.

    Tabii ki dört beş yaşlarındaki çocukların en büyük sevgililerinin; ellerini tutmak istediği karşı cisten bir çocuktan ziyade, dondurma, patates kızartması veya gazlı içecekler olduğunu gayet iyi biliyorum. Ya da işte bu çocuğun düşündüğü gibi ütopik sevgililerinin olabileceğini çok iyi anlıyorum. Fakat bu heveslerin zamanla değişebileceğini de çok iyi biliyorum.  

    Çünkü ben, iki yaşından hemen sonra otuz ya da kırklarına terfi eden bir robot değilim. Bana hiç inanmasanız dahi, bir zamanlar ben de dondurma, patates kızartması ve gazlı içecekler; hatta pamuk şekerlerden hoşlanan uzaylı bir çocuktum.

    Yani tüm çocuklar gibi, asla bu acımasız dünyaya ait değildim!

    Pek tabii ki uzaylıydım...

    İşte benim sizlere bahsettiğim bu diğer güzel çocuk, tatil için Akdenizin o eşsiz kumsallarından birine giden ailesini; onların hiç haberi olmadan ve sabahın en derin uykularındayken atlatıp tek başına dışarıya çıkmıştı.

    Ebeveynlerinin bir ihmalkarlığı ya da Allah’ın bir lütfu olarak, kaldıkları odanın kapısını aralayıp dışarı çıkıvermişti.

    Kilitli kapılar o gün hükmünü yitirmişlerdi...

    Aslında çocuk yüzmeyi çok iyi bilmese de o engin denize karşı boyun eğmeyen bir iradeyle ilerliyordu.

    Ben olsam korkardım!

    Ama o bir çocuktu ve asıl ulaşmak istediği şey aslında deniz bile değildi...

    Elleriyle tutup sarılmak istediği tek şey güneşti.

    Öğlen vakti ya da akşamüzeri kendisine çok uzak gelen güneşi, sabahleyin yeni doğduğu bir anda yakalamak istiyordu aklınca...

    Ve sabah erkenden uyanmak için kuracağı bir saati bile yoktu.

 

    Ama onun biyolojik saati, bu melek yüzlüyü güneşin doğmasına yakın bir zamanda uyandırmıştı. Güneşi avucunun içine almak için, daha ne kadar geç kalabilirdi ki?

    Annesi ya da babasının kendisini uyandırdığı saatler çok geç oluyordu. Ama daha erken uyanabilirse o güzel güneşi; yani sevgilisini avuçlarının içine alabilirdi.

 

    İşte o gün turnayı gözünden vurmuştu!

    Otel tarzındaki pansiyonun girişini tutan o gereksiz adam uyuya kalınca, kendisinin dışarı çıktığını gören tek bir çift göz olmamıştı.

    Aslında onun bir planı bile yoktu. O adam uyuyor olmasa ve “Hadi hemen odana çık!” dese, yapabileceği fazlaca bir şey olmayacaktı. Ama herkesin uyuyarak başladığı bir günde, uyanık olan tek kişi bu güzel çocuktu.

    Kapıyı açıp dışarı çıkarken çınlayan o basit zillerin sesleri, uyumakta olan görevliyi uyandırmaya yetmemişti.

    Hoplaya zıplaya sahile giderken aklındaki tek şey, gün doğarken yakalayıp kavanoza koyacağı o eşsiz güneşti...

    Kavanozu sonra bulacaktı.

    Öncelikli görevi; ufukta gözüken o ufak güneşi alıp yanında götürdüğü torbanın içine tıkmak ve kaldıkları pansiyon tarzındaki otele götürmekti.

    Eğer o ufak güneş ellerini yakarsa, sahil yolu üzerindeki büfelerden birinden buzlu su alacaktı. Cebindeki az bir bozukluk para, bu görevi tamamlamasına haydi haydi yeterdi.

    Planı, eğer ilk anda gökyüzünden söküp alacağı o güneş ellerini yakarsa; iki buzlu pet su şişesinin yardımıyla soğutarak, kaldıkları yere götürmekti... Güneşin o poşeti eritip hapisten kurtulamaması için düşündüğü detay ise daha da mantıklıydı; sıcaklık fazla olursa, bir iki buzlu su şişesini daha poşetin içine koyarak ısıyı iyice düşürecekti.

    Böylelikle sıcağa fazla alışkın olan güneş, o soğuğun içerisinde kendi özgün enerjisine ulaşamayıp kaçamayacaktı.

    ...

    Küçük çocuk, sahile ulaştığı zaman yeni doğan güneşe doğru ellerini uzattı.

    Ama güneş kendisine hâlen çok uzaktı.

    Yüzmeyi bilmese de güneşe ulaşmak için denize girmesinin bir sakıncası olmadığını düşündü; çünkü o küçük bir çocuktu...

    Önce birkaç adım attı; ardından sonrası da geldi.

    Güneşe ulaşmak için sahilden oldukça uzaklaştığını ise çok geç fark etti.

    ...

    Ama üzülmeyin!

    Ben böyle melek yüzlü bir çocuğu öldürecek kadar zalim bir yazar değilim.

    Tehlikenin ötesine, yani sınırların çizildiği o aşağı yukarı dans eden soytarı dubaların ilerisine gitmesine rağmen; çocuğa hiçbir şey olmamıştı.

    Hatta çocuk o dalgalarla boğuşurken, çok iyi bir yüzücü dahi olmuştu.

    ...

    Şu anda yüzücülükte ülkemize madalyalar kazandıran o güzel genç, işte bu ilginç anısını anlattığım o melek yüzlü güzel çocuktur.

    - “Hadi canım, biraz abarttın!” mı diyorsunuz?

    Evet, hakikaten biraz da değil; bir hayli abarttım.

    Ama bazen bir şeyleri büyütmezseniz, ortaya hikâye çıkmaz ki...


Bugün 4 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol